" Gülüşün,unutuşun ve hüznün şehri" demiş
Milan Kundera burası için.Ne kadar da doğru demiş.Hepimiz Paris’in yada
Venedik’in şöhretine aşinayızdır çünkü çoğu insan için bu şehirler dünyanın en
güzel ve en romantik yerleridir. Eğer
sizde bu insanlardan biriyseniz, masal
şehir Prag’ı gördükten sonra düşüncelerinizde köklü değişiklikler
olabilir. Kabul etmek gerekirse gidene kadar benimde Prag'ın bu kadar görkemli
olduğuna dair en ufak bir fikrim dahi yoktu bu yüzden oldukça etkilendim diyebiliriz. Şimdi bu kadar övgüden sonra sıra geldi 1992 yılından bu yana Dünya
Mirasları listesinde olan bu mükemmel şehirde nereleri
gördüğümü ve neler yaşadığımı anlatmaya..
Aslında Prag’ın tipik bir Avrupa şehri
olduğunu söyleyebiliriz. Eğer daha önce Avusturya’ya yada Almanya’ya
yolunuz düştüyse ne demek istediğimi daha iyi anlayabilirsiniz. Örneğin mimari
açıdan çok büyük benzerlikler olduğunu söylersek yalan olmaz. Mimari olarak
ilginç olan bir diğer özellik ise şehrin 2.Dünya savaşından en az hasarla çıkan
bölge olması bu yüzden birçok bina orijinal formuyla kalmış ve korunmuş. Şehir
dünyanın en bozulmamış ve el değmemiş mimarisine sahip. Prag’a gittiğinizde
şehrin Gotik, Rönesans, Barok, Cübizm, Art Nouveau ve diğer birçok akımdan
etkilendiğini görürsünüz. Prag; müzeleri, tiyatroları, binaları galerileri ve
tarihi miraslarıyla dünyanın sanat merkezi haline dönüşmüş bir şehir öyle ki
dünyanın en ünlü operalarından biri olan Mozart’ın “Don Giovanni”si ve “La
clemenza di Tito”sunun ilk gösterimleri de şehrin ulusal tiyatrosunda yapılmış.
(St.Vitus Katedralinin içeriden görünüşü)
Prag’da
yaptığım kısa süreli geziye geri dönecek olursak; sabahları çok erken kalkmak
zorunda olmamın dışında gezim tamamen kusursuzdu. Şehirde ki ilk günümün kötü havayla birlikte kabusa dönüşmesini beklerken güneş beni bütün gün terk
etmedi :) Hradchany kalesi, St.Vitus Katedrali, Charles Köprüsü, Ulusal
tiyatro, Astronomik saat ve Kafka’nın (20.yy ın en etkileyici
yazarlarından) evinin bulunduğu bölge ilk gün ziyaret ettiğim yerler
arasındaydı. Peki en çok nereyi sevdin diye soracak olursanız da, benim için en akılda kalan yerler kesinlikle Charles Köprüsü, St.Vitus
Katedrali ve Astronomik saatti. Muhtemelen
Charles Köprüsünü görüp ona aşık olmayan çok az insan vardır yeryüzünde. Charles
köprüsü diğer adıyla Karl köprüsü Vitava Nehri üzerinde ve üç köprü kulesi
tarafından korunuyor. Kulelerden eski kasaba kısmında olanı dünyada ki en
inanılmaz Gotik
ve Barok stilini yansıtıyor. Özellikle akşamları köprüde yürürseniz kendinizi
bir peri masalının içinde hissedebilirsiniz.Gündüzleri ise köprünün üstünde ki
birbirinden yetenekli ressamlara kendi portrenizi çizdirebilirsiniz. Benim
maalesef bunun için pek vaktim olmadı o yüzden içimde ukde kaldı diyebiliriz.
St.Vitus
Katedrali de görebileceğiniz en güzel Gotik yapılardan birisi ayrıca ülkenin en
büyük kilisesi olma özelliğini de taşıyor. Eğer kilisenin içini gezerseniz,ünlü
Çek ressam ve grafik sanatçısı Alfons Mucha’nın dekore ettiği kilise
pencerelerini görebilirsiniz. Gelelim Astronomik
saate.Saat,şehrin Old Town yani eski şehir kısmında bulunan,Prag’ın en önemli
simgelerinden birisi. Bu saatin
turistler arasında bu kadar popüler olmasını ise her saat başı
yapılan gösteriyi buna neden olarak gösterilebiliriz.Saatin,gökyüzünde ki ayın ve
güneşin konumlarını temsil etmesinin yanında,üzerinde 4 adette figür
barındırıyor. Bu figürler;elinde altın kesesi tutan bir Yahudi (açgözlülüğü temsil
ediyor),elinde ayna tutan figür (kendini beğenmişliği temsil
ediyor),iskelet (ölümü temsil ediyor) ve son olarak elinde mandolin çalan Türk
figürü de eğlenceyi temsil ediyor.( Türk olan figürün eğlenceyi temsil etmesi de gözlerden kaçmasın ☺) Her saat başı, saatin çalmasıyla birlikte bu 4
figür hareket ediyor ve iskelet elinde ki zili çalarak diğerlerinin ölüm
vaktinin geldiğini haber veriyor tabi ki onlar daha ölmeye hazır değiller bu
yüzden üçüde başlarını sallayıp ölmeyi reddediyor.Bu ilginç gösteriyi Prag’a
giderseniz en az bir kez izlemelisiniz zaten saatin çalmasına yakında meydanı
insanlar doldurmaya başlıyor.
(Astronomik saatin üzerinde ki figürler)
Akşam
için ise en iyi tavsiyem Vitava Nehri üzerinde muhteşem bir tekne gezisine katılmanız olur. Özenerek
ışıklandırılmış şehrin akşam manzarası eşliğinde yemeğinizi yiyip içkilerinizi
yudumlayabiliyorsunuz. Tabi ben tek tabanca takıldığım için bu manzarayı izlerken yanınızda sevdiğiniz bir insan olursa sizin için daha romantik olabilir diye düşünüyorum :)
(Vitava Nehri'nin Charles köprüsü üzerinden görünüşü)
Çek Cumhuriyetinden
ayrılmadan önce uğranılması gereken bir diğer yerde kesinlikle “Karlovy Vary”.Kralın Banyosu
anlamına geliyor ve ülkenin spa ve kaplıca merkezi olarak biliniyor.Tarihte
birçok ünlü ismin buraya tedavi olmak amacıyla yolu düşmüş.Sigmund Freud ve ulu
önderimiz M.Kemal Atatürk de bu isimlerden sadece birkaçı.Hatta Atatürk’ün
kaldığı Carlsbad Plaza’nın dış duvarında,üzerinde Atatürk’ün Türkiye
Cumhuriyetini kurduğunu belirten bir tabela da var.İsterseniz termal suyun
tadına da bakabilirsiniz. Porselenleriyle ünlü Karlovy Vary de,bu termal sudan
içilmesi için özel bardaklar da yapılmış. Ama içmeden önce dikkat etmek lazım çünkü fazla kaçırırsanız karın ağrısı gibi sorunlar yaşayabilirsiniz mesela ben hastalanırım korkusuyla tadına bakmaktan öteye geçemedim maalesef.
(Karlovy Vary sokakları)
Karlovy
Vary’nin bir yağlı boya tablodan fırlamış gibi görünen sokaklarında dolaşırken
Mozart’ın ve Goethe’nin de kaldığı evleri görme şansı da buluyor insan. Bu evler şimdi hotel haline getirilip Mozart ve Goethe'nin adı verilmiş. Burası aynı zamanda
her sene Karlovy Vary Uluslararası Film Festivaline de ev sahipliği
yapan bir yer.Şehrin ünlü hoteli “Grandhotel Pupp” da ünlü Hollywood filmleri “Last
Holiday” ve bir James Bond filmi olan “Cosino Royale” in çekimleri
gerçekleştirilmiş.Zaten hotel’in içine girip gezerseniz her yerde James Bond’un
izlerini görebilirsiniz.
(Buyrun bu da Mozart Hoteli)
Bu kadar gezdikten sonra sizde kendinizi benim gibi yorgun hissederseniz hotel'in kafesine uğrayıp leziz bir kahve ve birbirinden
güzel pastalardan biriyle yorgunluğunuzu atabilirsiniz.Rehberimizin verdiği
bilgiye göre Atatürk de burada oturmuş zamanında ama sizde benim yaptığım gibi kafe
de çalışan garsonlara bu bilgiyi sormaya kalkmayın çünkü hiçbir bilgileri yok.Kısacası,Karlovy
Vary,Ortaçağ boyunca Avrupalı Aristokratların ve yüksek kademede ki insanların
gözde mekanı haline gelmiş.Günümüzde ise bu popülerlik hız kesmeden halen devam
ediyor.
(Yorgunluk atmanın en güzel yolu❤)
Gezinin son akşamını “Ortaçağ gecesi”ile tamamlamaktan daha iyi bir fikir
olamaz. Ortaçağdan kalma bir binada, Ortaçağ kıyafetleri giyinmiş garsonlar
tarafından sunulan yemekler ve sahne gösterileriyle geceniz mükemmel bir hal
alacak.Kendinizi bir film sahnesinin içinde ki kral yada kraliçe gibi
hissedebilirsiniz.
Prag,benim
hayatım boyunca yaşamak isteyebileceğim şehirlerden birisi.Burada bulunmak
herkes için büyük bir keyif ve inanılmaz bir tecrübe olabilir.Eğer birkaç gün
için bile olsa bir peri masalının içinde yaşamak isterseniz,hiç tereddüt
etmeden Prag’a gitmenizi tavsiye ederim.Özellikle ilkbahar ve yaz ayları için
mükemmel bir gezi rotası olabilir. Ayrıca söylediklerine göre kış aylarında da mükemmel oluyormuş burası. To do listime yılbaşında Prag'a tekrar gitmeyi ekledim bile :) Artık seneye inşallah :) Eminim ki gidip gördükten sonra sizde bu "Altın Şehir" e tekrar tekrar
uğramak isteyeceksiniz. Sanırım böyle bir yazının sonunu da Nazım Hikmet’in sözleriyle bitirmek
daha doğru olur.
Yağmurlar içindeydi Prag,
Bir gölün dibinde gümüş kakmalı bir sandıktı.
Kapağını açtım.
İçinde genç bir kadın uyuyordu,
Camdan kuşlar arasında..
❤I'am all dressed up for Prague
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder